23 Ekim 2020 Cuma

Yıkımın ortasında “krallar gibi yaşamak”: Özgür şehir Christchurch

Emektar Daktilo Dergisi
2011 yılında Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde meydana gelen ve ülkedeki ikinci en büyük doğal afet olarak kayıtlara geçen 6,3 şiddetindeki deprem, binlerce insanın evsiz kalmasına da sebep oldu ve şehrin büyük bölümü yaşamaya elverişsiz halde geldi. Fakat mülksüzler için bu felaketin sonucu farklıydı.

 

Geçen yılların ardından, kentteki evsiz bireyler bu doğal afeti “başlarına gelen en güzel şey” olarak nitelendiriyor; çünkü onlara göre yıkımdan sonra değişen şeylerden biri de toplumsal kurallar oldu: Yoksullar bir gecede zenginleşti, felaket onlara yeni fırsatlar sundu ve lüks içinde yaşamanın ne demek olduğunu görmelerini sağladı.

 

Deprem sırasında “seçkin sınıf” mülklerini, malikânelerini ve beş yıldızlı otellerini terk etti, hasar nedeniyle de geri dönmedi. Bu durum, evsizlere yıkımdan geriye kalanları sahiplenme olanağı tanıdı.  Ardında bıraktıkları lüks sayılabilecek gıdaları ücretsiz tüketebiliyor ve boş bir şehirde özgür olmayı hissediyorlar.

Evsizlerden biri kendisi için durumu söyle tarif ediyor;

Emektar Daktilo Dergisi

“Sokaklarda geçen 20 yılın ardından, bir kral gibi yaşamanın nasıl olduğunu deneyimliyoruz. Gösterişli yataklarda uyuyor, şampanya içiyor, malikânelerde yaşıyoruz… Ve bu gerçekten hoşumuza gidiyor.”

 

2015 yılında Şehrin özgür sakinlerini konu alan üç dakikalık kısa film çeken Zoe McIntosh ise şunları söylüyor: “Bu senaryodaki tezat ilgimi çekti. Benim için hem mahcup eden hem de eğlenceli bir deneyim oldu. Hepsi iyi yürekli ve cömert insanlar. Her birinin hikâyesi var ve bunu üç dakikaya sığdırabilmek mümkün değil.”

Tabi ki bu geçici düzen şimdilerde arazi ve ev sahiplerinin “mülklerini” yeniden yapılandırması ile yok oldu. Mülksüzler yine mülksüz, burjuvazi yine burjuva.  Doğal felaketlerden değil, mülksüzlerin yaratacağı felaketlerden doğacaktır özgürlük.



Emektar Daktilo Dergisi
Emektar Daktilo DergisiEmektar Daktilo Dergisi


Kısa Film ;  






7 Ekim 2020 Çarşamba

Furkan Celep ve Kapitalizmin Cinayeti

 

Furkan Celep. 

Daha 18 yaşında..


Sistemin zehrini solumuş gencecik bir can… Bir süre gündem oldu ve sonrası bildiğimiz gibi balık hafızası.

Furkan bir intihar mektubu yazıyor ve sonrasında hayatına son veriyor. Malum; bu ilgi çekici bir olay değil artık, sosyal medya intihar mesajlarıyla dolu.  Fakat bir çoğunun geride bıraktıkları mektup yada yazılar sadece bir intihar vedası değil aslında.  Sistemin insanları nasıl sömürdüğünün ve onun kuralları içinde yaşamanın bedelini nasıl ödettiğinin aynası. Sistemin insana yüklediği sorumluluklar ile insan kendi olmaktan vazgeçmek zorunda. Eğer kendin olmaya kalkarsan yeteneklerini, düşüncelerini, mantığını ve seni sen yapan her şeyi keşfetmek için çabalarsan sistemin kuralları dikilir karşına.    Sevginin alınıp-satılır bir maldan ibaret olduğunu, paranın bütün her şeyden önemli olduğunu haykırır sana. Yeteneklerin ve isteklerin nakit’e dönüşmüyorsa değersiz, anlamsız, boş diye çarpar suratına. Sistemin dışında sana hayat yok der ve uyum sağlamazsan seni yutar.

Sistemin dışında var olmak da mümkün, kendin olmak ve kendini keşfetmek. Ve sanıldığı kadar zor bir yolculuk değil bu. Yapman gereken tek şey sistemin ne olduğunu bilmek.  Kapitalizmin sana dayattıklarının farkında olarak ve ona karşı mücadele ederek sadece kendin olabilirsin…  


Celep’in sosyal medyada paylaştığı  mektup:

Sözlerime başlamadan önce bir içki, uyuşturucu veya bir madde etkisinde olmadığımı belirtmek istiyorum. Bunalımda veya depresyonda değilim. Bu üzerine haftalarca hatta aylarca düşündüğüm ve sonucunda bu karara vardığım bir durum. Bu zaman diliminde birçok kişiyle dolaylı yoldan konuştum. Durumu bu kadar ciddi ve derinlemesine anlatmak istemedim. Paniğe kapılmalarını, bu konuya kafa yormalarını, saatlerini vermelerini, psikolojilerini ve yaşantılarını etkilemek istemedim. Olabildiğince yumuşattım ve gerektiğinde durdum. Kendi içimde kendi sorunumu çözmeye çalıştım. Vardığım sonuç ise bu.

Hassas kalpli diyebileceğiniz insanlardan birisiyim. Şu zamana kadar hep doğru olanı yapmaya çalıştım. Yalan söylememeye, küfür etmemeye ve argo kullanmamaya çalıştım. İnsanları incitmemeye özen gösterdim, onlara sürekli olarak elimden geldiğince yardımcı oldum, değerli hissetmelerini sağladım verebildiğim kadar değer verdim. Çokça empati yaptım duygularını hissetmeye, onları anlamaya büyük özen gösterdim. Çok yönlü olabilmek için her kafa yapısına uygun şarkı dinledim, kitap okudum, araştırma yaptım. Herkesin görüşünü değerlendirdim, onlara saygı gösterdim.

Kendimi geliştirmek için spora gittim, yabancı dil öğrenmeye çalıştım. Herkese ve her şeye karşı merhametli oldum. Karıncayı bile ezmemeye özen gösterdim. Evde bir arı veya böcek olsa bile onu öldürmek yerine bardakla alıp özgür bıraktım, yemekten arta kalanları çatıya kuşların aç kalmaması için attım.

Zorbalıktan kaçındım, kimseye bulaşmadım, zorda kalanlara yardım ettim. Paraya ihtiyacı olana para ilgiye ihtiyaçları olana ilgi verdim. Hayvanları sevdim onlara ilgi gösterdim, besledim. Doğayı kirletmemeye çalıştım. Uzayı, doğayı, ormanları, gökyüzünü ve hayvanalar için plastiklerimi çöp yerine istifleyip geri dönüşüme bile atmaya çalıştım. Daha iyi bir dünya için elimden geleni yaptım.

Ailevi duygulardan yoksun büyüdüm hiçbir zaman babamla veya abimle doğru dürüst dertleşemedim, onlardan değer görmedim (bunun için onları suçlamıyorum sadece biraz değer biraz şefkat görmek isterdim sanırım bu iyi gelebilirdi.)

Kendi özümü yeteneğimi öğrenemedim, bunun için çok uğraştım ve çaba gösterdim. Neyi sevdiğimi bilmiyorum, ne olmak istediğimi bilmiyorum, ne okumak istiyorum bunu dahi bilmiyorum. Benim yaşımdaki insanlara aramda uçurum var, her konuda benden daha üstünler.

Zaman geçtikçe kendi kişiliğimden ayrılmaya başladığımı hissediyorum. Gittikçe yalan söylemeye, argo hatta küfür kullanmaya başladım. İnsanlardan uzaklaşmaya onları önemsememeye, doğaya ve hayvanlara zaman ayıramamaya başladım. Kendimi zamanla duygusuz bir insana dönüşüyormuşum gibi hissediyorum. Bunlar bana göre değil ben böyle olmak, hayatımın geri kalanına duygusuz bir insan olarak devam etmek istemiyorum. Sorumluluk almak istemiyorum. Bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarımı aylarımı harcamak istemiyorum. İş hayatı bana çok yorucu geliyor. Hem içten hem de dıştan yıpranıyorum. Bir şeyler uğruna bunca sorun yaşamak bana mantıklı gelmiyor. Bunun yerine her şeyi arkada bırakıp gitmek, her şeyi kapatmak daha mantıklı geliyor.

Aslında hiçbir şey için yaşamıyorum. Yaşamak için bir nedenim bir amacım yok. İnsanların yoluma sürekli taş koyup beni yoracaklarını biliyorum, bunun için çabalamak istemiyorum.

Burda kalmamı sağlayan bir kaç şey vardı. Şarkılar, kitaplar, filmler, doğa, gökyüzü (özellikle bulutlar ve gün batımı) ve birkaç tane de dost. Bunlar benim bir süreliğine burda kalmamı sağladı, bunun için minnettarım.

Belki de bu kadar derin, bu kadar hassas bir insan olmamalıydım. Keşke tanrı beni böyle yaratmasaydı deyip duruyorum kendime. Birisi en ufak hakaret bile etse buna üzülüyorum. Biraz üzülünce boğazım yanıyor, sözcükler çıkamıyor boğazımdan. Merak ediyorum neden kimse bana değerli olduğumu hissettirmiyor? Neden kimse beni sevmiyor? Milyarlarca insan olmasına rağmen neden kendimi bu dünyada yalnız ve değersiz hissediyorum? Biraz daha eğlenceli, daha yakışıklı, daha çalışkan mı olmam gerek. Hayat bunları istiyor. Benim bunları karşılayacak ne gücüm ne de umudum var.

Daha iyi görünmek için, insanların beni sevmelerini sağlamak için kendimi yormak, yıpratmak, ruhumu bedenimi kirletmek istemiyorum. Neden beni böyle sevmiyorlar ki? Düşüncelerimi, fikirlerimi, değer verdiğim her şeyi sırf dış görünüşüm biraz kötü diye kestirip atıyorlar. Bu konuda önemseyeceğim birisini bulmaya çalıştım (değer vermek istedim, değer görmek istedim özel hissetmek istedim) ama her seferinde ters tepti, dostluklar arkadaşlıklar kurmaya çalıştım olmadı.

Çok sevdiğim, uğruna her şeyimi verebileceğim iki dostumu bu konuda üzdüğüm için özür diliyorum. Benimle geçirdikleri vakitler için, her şeylerini benimle paylaştıkları için, bana karşı nazik ve iyi kalpli oldukları için, benimle yıllarca birlikte oldukları için ve bana kattıkları her şey için çok teşekkür ediyorum. Onlara burdan bir kucak dolusu kalp yolluyorum.

Her şeye rağmen bugünün geleceğini biliyordum, hiçbir zaman yaşlanmayacağımı, düzgün bir hayat yaşamayacağımı biliyordum. Sadece bana bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum.

Bu dünya yaşamak için çok kötü bir yer, bunu istemiyorum. Son kez bugüne kadar birisini üzdüysem veya kalbini kırdıysam bunun üzgünüm, özür dilerim. Belki burada bulamadığım huzuru gökyüzünde bulurum. Huzurlu, mutlu ve umut dolu hayatlar sürmeniz dileği ile hoşçakalın…