Geçen yılların ardından, kentteki evsiz bireyler bu doğal
afeti “başlarına gelen en güzel şey” olarak nitelendiriyor; çünkü onlara göre
yıkımdan sonra değişen şeylerden biri de toplumsal kurallar oldu: Yoksullar bir
gecede zenginleşti, felaket onlara yeni fırsatlar sundu ve lüks içinde
yaşamanın ne demek olduğunu görmelerini sağladı.
Deprem sırasında “seçkin sınıf” mülklerini, malikânelerini
ve beş yıldızlı otellerini terk etti, hasar nedeniyle de geri dönmedi. Bu
durum, evsizlere yıkımdan geriye kalanları sahiplenme olanağı tanıdı. Ardında bıraktıkları lüks sayılabilecek
gıdaları ücretsiz tüketebiliyor ve boş bir şehirde özgür olmayı hissediyorlar.
Evsizlerden biri kendisi için durumu söyle tarif ediyor;
“Sokaklarda geçen 20 yılın ardından, bir kral gibi yaşamanın
nasıl olduğunu deneyimliyoruz. Gösterişli yataklarda uyuyor, şampanya içiyor,
malikânelerde yaşıyoruz… Ve bu gerçekten hoşumuza gidiyor.”
2015 yılında Şehrin özgür sakinlerini konu alan üç dakikalık
kısa film çeken Zoe McIntosh ise şunları söylüyor: “Bu senaryodaki tezat ilgimi
çekti. Benim için hem mahcup eden hem de eğlenceli bir deneyim oldu. Hepsi iyi
yürekli ve cömert insanlar. Her birinin hikâyesi var ve bunu üç dakikaya
sığdırabilmek mümkün değil.”
Tabi ki bu geçici düzen şimdilerde arazi ve ev sahiplerinin “mülklerini”
yeniden yapılandırması ile yok oldu. Mülksüzler yine mülksüz, burjuvazi yine
burjuva. Doğal felaketlerden değil,
mülksüzlerin yaratacağı felaketlerden doğacaktır özgürlük.






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder