27 Aralık 2020 Pazar

Piyango Biletiniz Hazır mı ?


Emektar Daktilo


Geçtiğimiz yıl, yılbaşı özel çekişinde toplam “436 milyon 540 bin lira” ikramiye dağıtıldı. Yılbaşı özel çekilişi biletlerinin 12 milyon adet satılması ile “684 milyon 320 bin lira” satış geliri elde edildi. Satış rakamını, dağıtılan ikramiye rakamından çıkartınca kasada kalan para “247milyon 780 bin lira”. 

Ve bu yılda kalan para Demirören holdinge hayırlı ve uğurlu olsun. 

Emektar Daktilo 

Piyango Nedir? 

''Hemen piyangonun ne olduğunu anlatayım. Örneğin benim 50 ruble değerinde bir ineğim var. Bu ineği piyangoyla satmak istiyorum ve o nedenle de herkese 1 ruble değerinde bilet almayı öneriyorum. 1 rubleye bir inek sahibi olma olanağı var! Herkes ineği satın almak istiyor ve rubleler yağmaya başlıyor. 100 ruble toplandığında, piyangoyu çekiyorum: Piyangoyu kazanan, ineği 1 rubleye almış oluyor, diğerleri hava alıyor. İnek insanlara ucuza mı geldi? Hayır, çok pahalıya geldi, çünkü değerinin 2 katı para ödendi, çünkü iki kişi (piyangoyu düzenleyen ve ineği kazanan) hiçbir şey yapmadan kazanç sağladılar, hem de paralarını kaybeden 99 insanın sırtından. Demek ki piyangonun halk için kazançlı olduğunu söyleyenler halkı basitçe aldatmaktadır. Aynı şekilde köylüye, yoksulluk ve sefaletten çeşitli kooperatifler (ucuz satın alma ve kârlı satma birlikleri), işletmelerde çeşitli iyileştirmeler, bankalar ve benzeri önlemler sayesinde kurtulacağını vaat edenler onu aldatmaktadır.'' 

Lenin - Kır Yoksullarına (1903) 

3 Aralık 2020 Perşembe

Tarihten Bugüne Kısa Bir Not: Osmanlıda Karantina Tartışmaları


Sağlık işleriyle ilgili ilk yenilikler de II. Mahmut zamanında başlamıştır. Bun­ların başında karantina usulünün uygulanması gelir. Yukarıda adı geçen ve za­manın Avrupa yöntemlerinin alınmasını savunan Ahmet Resmî Efendi, Avrupa’dan döndükten sonra, orada gördüğü karantina usulünün yararlarını anlatma­ya kalkınca zamanın ileri gelenlerinden biri tarafından akılsızlıkla azarlanmıştı.

İslâm dünyasının öteki bölgelerinde de bu karantina sorunu 19. yüzyıl başlarında ulemâ arasında tartışılan bir konu olmuştu. Mehmet Ali Paşa’nın Fran­sa’ya yolladığı Rifâ’a Tahtavî’nin anlattığına göre bu sorun Tunus’ta Malikî mezhebinden olan Zeytuna müderrisi Şeyh Muhammed Menaî ile oranın Hanefî müftüsü Şeyh Muhammed Bayram arasında uzun tartışmalara yol açmış, bunlar konu üzerinde risâleler yazmışlardı. Hanefî müftüye göre karantina şeriat açısın­dan yalnız câiz değil, üstelik vacipti. Malikî müderrislerine göre ise “karantina Tanrı’nın kaza ve kaderinden kaçmaya kalkışmak” demek olduğundan dine aykırı idi (Rifâ’a, bu iki din adamı arasında arzın yuvarlaklığı konusunda da böyle bir tartışma olduğunu anlatır).

Karantina uygulamasını gerektiren başlıca neden 1831 ve 1833 arasında Hindistan’dan gelerek Yakın Doğu yoluyla Avrupa’ya yayılan korkunç kolera sal­gını olmuştu. 1831’de İstanbul’a gelen Amerikalı doktor DeKay anılarında bu kolera salgını üzerine yaptığı gözlemlerini yazar; Avrupa’da çok korkulan bu has­talığa yakalananları, bazen bulundukları evin kapı ve pencerelerini örerek ölmeye bıraktıkları halde, Türkiye’de böyle yapılmadığını, sirke vesair maddelerle onları tedavi etmeye çalışmalarını daha insanca bir çaba olarak takdir eder. Bu vesileyle koleranın ne olduğu, hangi yollarla yayıldığı konusu üzerinde ilk kez olarak Kanada’da Quebec şehrinde toplanan uluslararası hekimler kongresinde bulunan Dr. DeKay, koleraya yakalananların kurtarabileceğini İstanbul’daki gözlemlerine dayanarak ileri sürmüş ve bu gözlemler kolera üzerine tıp alanında yeni görüşlerin doğmasına yol açmıştır. Koleranın tıpça niteliği kesin olarak anlaşılıncaya kadar, ülkeler arası gezilerde, karantinanın uygulanması için uluslararası anlaşmalar ya­pılmıştır.

Koleranın Avrupa’ya yayılmasında bir köprü durumunda olan Osmanlı ülke­lerinde karantinanın uygulanması gerektiği için, II. Mahmut’un emriyle bu yolda ilk adımlar atılmıştır. Ulemâ ve halk arasında karantinaya karşı beslenen olumsuz fikirleri yıkmak amacıyla kitaplar yazdırılmıştır. 1835’te ilk Karantina Müdürlüğü kuruldu; Dârü’l-Etibba (Hekimler Dairesi) adıyla kurulan kuruma Fransızca çe­virmeni olarak atanan Cezayirli Hamdullah bin Osman adlı zata, karantinanın haram olmadığına dair bir risâle yazdırıldı. 1836’da Takvîm-i Vakayi gazetesinde karantinanın faydaları üzerine yazılar çıktı. Karantina uygulayan ülkelerden geti­rilen uzmanların yardımı ile 1838’de Sağlık İşleri Meclisi (Meclis-i Umûr-ı Sıhhi­ye) adı altında bir daire kuruldu. İlk uluslararası sağlık kongresi diyebileceğimiz bir toplantı sonunda Türkçe ve Fransızca olarak sağlık işleri nizâmnâmesi hazır­landı. Daha sonra 1866’da İstanbul’da bir kez daha uluslararası Sağlık İşleri Kongresi toplanmıştır.

Buna benzer başarılı bir yenilik çiçek aşısı dolayısıyla olmuştur. Cevdet Paşa, 18. yüzyılda Avrupa’ya çiçek aşısı fikrinin, İngiliz elçisinin eşi Lady Montagu’nun Türkiye’de gördüğü aşılama usulünden geldiği halde, bir yüzyıl sonra çiçek aşısının uygulanmasına “mutaassıplar güruhu” tarafından karşı gelindiğini söyler. Karantina ve arzın yuvarlaklığı konusu gibi, çiçek aşısının da câiz olup olmadığı tartışılırken, Mahmut’un bir iradesiyle 1839’da çiçek aşısı uygulamasına başlandı. Aşının şeriatça câiz olduğuna dair de fetvâ çıkarıldı. Çiçek aşısı risalesi adı altında çıkan, 1845’te Tıbbiye basımevinde taşbasması olarak yayımlanan ve çiçek hastalığını, aşının nasıl yapılacağını anlatan kitabın başına bu fetvâ da konmuştur. 1839’dan itibaren aşı memurları yetiştirilmesine başlandı.

Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabından.