Efsaneler ve halk masalları kadim bir mirastır: İnsanların
bize hayat veren toprakla ve bizimle birlikte toprağı işgal eden insan olmayan
başkalarıyla binlerce yıllık etkileşiminin mirasıdır. Bu öyküler kendilerini
kalplerimize derinden eker ve orada kalır, çoğu zaman da arketipleri –kişisel
olanla evrensel olanı köprüleyen imgeleri– anımsattıkları için. Arketipler
anahtar gibidir, sahip olduğumuzu belki de asla bilmeyeceğimiz kadim, derin,
büyülü bir bilgeliğin kilidini açar. Ama bir öykünün vasıtası ile, arketipler
salt imge olmanın ötesine geçer: Enerji olur, hayatın karmaşıklıkları boyunca
bize rehberlik eden ve bize ne olabileceğimizi –ya da dünyanın gelişimine nasıl
katılabileceğimizi– gösteren yönergelerle yüklenir. Efsanebilimci Joseph
Campbell’in sözleriyle onlarda ‘insan ruhunu ileriye taşıyacak’ güç vardır.
İşte bu yüzden, bireyler ve gruplarla terapi çalışmamda en derinden dönüştürücü
tekniklerin, her zaman (efsane ve halk masallarıyla yaratıcı çalışmadan
temellenen) anlatı teknikleri olduğunu buldum.
Anlatısal psikoloji yaklaşımlarına göre hayat öykülenmiştir:
Tecrübelerimize anlam öykülerle verilir, kimliğimiz ve benlik duyumuz esasen
hem hayatımız ve tecrübelerimiz hakkında anlattığımız öykülerce hem de
kendimizi ve dünyada oynadığımız rolleri nasıl gördüğümüzü belirleyen öykülerce
şekillendirilir. Çoğu kez, hayatlarımız ve benliklerimiz hakkında işlevsiz
öyküler anlatırız: Bunlar büyümemizi, değişmemizi önler. Mesela, kendimizi
sadece birer kurban gibi görebildiğimiz öyküler, kendimizi hem eylem hem de
dönüştürülme gücüne sahip başkahramanlar gibi asla göremediğimiz öyküler
işlevsizdir. Hayatımıza yön veren ‘sorunla yüklenmiş öykü’ o kadar hakim
olabilir ki tecrübemizi başka herhangi bir yolla yorumlamamızı önler. Nijeryalı
yazar Ben Okri bunu güzellikle söyler: ‘Öyle ya da böyle, bize erkenden ya da
sonradan ekilmiş öyküleri yaşarız, yahut kendi kendimize –bilerek ya da
bilmeyerek– ektiğimiz öyküleri de yaşarız. Ya hayatlarımıza anlam veren ya da
onu anlamsızlıkla yadsıyan öyküleri yaşarız. Hayatımıza yön veren öyküleri
değiştirirsek, hayatımızı değiştirmemiz gayet mümkündür.’ Bir anlatı
psikoloğunun yeteneği, özünde, insanlara hayatlarına yön veren işlevsiz
öyküleri değiştirebilme yeteneğini öğretmektir. Tam olarak, hayatlarını yeniden
öykülendirme –ve böylece dönüştürme– yeteneğini öğretmektir.
‘Öyle ya da böyle, bize erkenden ya da sonradan ekilmiş
öyküleri yaşarız, yahut kendi kendimize –bilerek ya da bilmeyerek– ektiğimiz
öyküleri de yaşarız. Ya hayatlarımıza anlam veren ya da onu anlamsızlıkla
yadsıyan öyküleri yaşarız. Hayatımıza yön veren öyküleri değiştirirsek,
hayatımızı değiştirmemiz gayet mümkündür.’ Ben Okri
Öyküyle çalışmanın çok derinden dönüştürücü olabilmesinin
birçok nedeni vardır; işte birkaç tanesi.
— Öyküler anlatmak temel bir insanî faaliyettir – herkes
nasıl yapacağını bilir. Özünde anlatısal yaratıklarızdır.
— Öyküler güzeldir. Bizi etkiler ve hayal gücümüzü ele
geçirir.
— İçimizdeki bir şey efsane ve halk masallarındaki arketip
imgelerini içgüdüsel olarak anlar. Kemiklerimizin içinde, onları biliriz: Kötü
üvey anne, bilge yaşlı adam, koca kötü kurt, zaman zaman hepimizin kaybolup
gittiği karanlık orman.
— Öyküler zor durumlarda mesafe ve nesnellik edinmemize
olanak verir: Duyguları –derinden travmatik malzemeyi bile– yapıcılık ve
güvenle ifade edip soğurmak için mesafe edinmemize olanak verir.
— Öyküler sabitlenmiş değildir. Büyümeye müsaade eder çünkü
onlar da zamanla değişebilir.
— Öyküler özdeşim kurmamıza ve kendi hayal gücü
kaynaklarımızı kullanarak zorluklar karşısında yaratıcı ve biricik kişisel
yollarla baş etmemize yardım eder. Böylece dirayetimiz kuvvetlenir.
— Öyküler kendimiz ve başkalarının oynadığı rolleri
anlamamıza; birbirimizin yeteneklerine, farklarına, bazen de karşıt bakış
açılarına saygılı olmamıza yardım eder.
— Öyküler kargaşada anlam bulmamıza, karmaşık olanı
basitleştirmemize yardım eder. Senaryoyu anlamamıza ve oradaki rolümüze dair
içgörü edinmemize yardım eder.
— Öyküler engelleri aşılacak zorluklar gibi görmemize ve
(mesela bir kurbandansa bir kahramana daha yakışır) davranışlar seçmemize
yardım eder. Bize küçük bir kızın bile koca kötü kurtu zekasıyla alt
edebileceğini öğretir; karanlık ormanda kaybolmamak için yolumuza ekmek
kırıntılarıyla nasıl iz bırakacağımızı gösterir.
Hem yazar hem de anlatı psikoloğu olarak benim kendi
işlerim, Keltik ülkelerin efsanebilimi ve halkbilimi üstüne ömrüm boyunca
yürüttüğüm çalışmamdan beslenir. Bu olağandışıdır; bugün popüler medyada
yazılanların çoğu Grimm Kardeşler, Hans Christian Andersen, Perrault ve
başkalarınca toparlanmış kuzey Avrupa’nın peri masalları merkezi etrafında
döner. Jungcu arketip psikolojisi geleneğindeki çoğu terapi çalışması Yunan (ya
da Roma) efsanelerine odaklanmıştır, bunlar da basit, hoş ve temiz arketipler
çıkarmaya elverişlidir. Bilgelik arketipi tanrıça Athena; özlediğimiz vahşiliği
temsil eden Artemis/Diana; yurt ve yuva simgesi Hestia. Hangi tanrıçanın
‘içinde daha faal’ (bir terapist böyle diyor) olduğuna göre bir kadın meslekî
başarı kazanmaya daha bağlı olabilir, bir başkasıysa eş ve anne olmakla daha
çok tatmin sağlayabilir. [*]
Keltik efsane ve halkbilimi üstüne çalışmayı sevmemin tek
sebebi doğrudan doğruya kendi yerli kültürümden ve her gün yürüdüğüm
topraklardan doğmuş olmaları değil – daha çok, Klasik efsane ve öykülerin
aksine, öyle kolay kategorileştirmelere elverişli olmamaları. Bizim eski
efsanelerimiz inanılmaz karmaşıktır: Hem yapısal hem de ahlakî anlamda. Keltik
efsane ve arketipler üstüne çalışmamın esas sebebi, derinden ataerkil Yunan ve
Roma uygarlıklarının aksine, gücü kadınlara vermeleridir. Bizim yerli Keltik
efsanebilimimizde, kadınlar toprağın muhafızları ve koruyucularıdır,
Öbürdünya’nın bütün ahlakî ve ruhanî yetkesini onlar taşırlar.
Ben de o zaman ortaçağ Galler’inin Blodeuwedd masalının
karmaşıklıklarına dalmak isterim: Sırf insan eş alması yasaklanan bir adama eş
olması maksadıyla erkeklerin çiçeklerden yarattığı Blodeuwedd. Kendi aşkını,
kendi hayatını seçme günahı yüzünden (bir erkeğin) lanetleyip baykuşa çevirdiği
Blodeuwedd. Kocasını öldürerek o özgürlüğe erişmeyi planlayan Blodeuwedd. Yok –
bu öyküde kolay cevaplar yok. Ama hayatta da kolay cevaplar yok.
Ben hepimizin içinde yaşayan deli kadın Mis ile çalışmak
isterim: Erkeklerin korkunç savaşlarından ve kendi babasının ölümünden kaçan ve
ormanlarda vahşileşip kederlenen Mis. Uzuvları kürklenen, keçe gibi vahşi
saçlarıyla, keder ve çaresizlikten dili tutulan Mis imgesi, yeşil ormanın
açıklıklarında geyiğiyle hafif hafif gezinen güzel Diana’nın pastoral Romalı
imgesine kıyasla çok daha derinden titreştirir beni.
Ben toprağı yaratmış ve şekillendirmiş Yaşlı Kadın Cailleach
ile çalışmak isterim: Dağ doruklarında deli gibi dans eden, asasını yere vurarak
düştüğü her yere kış getiren Cailleach. Ormanların mahvolması ile kederlenen ve
vahşi şeyleri gayretkeş avcıdan korumaya çabalayan Cailleach. Bugün benim
tanıdığım kadınları yansıtan arketipler bunlardır; bu zamanlarda gerek duyulan
arketipler bunlardır. Öykünün dönüştürücü gücü sonsuzdur; yerli
efsanebilimimizin gücü ve derinliği sonsuzdur. Hepimizin ondan yararlanmayı
öğrenmemizin zamanı gelmiştir.
[*] Bu yaklaşımın tipik örneği Jean Shinoda Bolen gibi
Jungcu terapistler ve Herkadındaki Tanrıçalar [Goddesses in Everywoman] gibi
kitaplardır.
Kaynaklar:
Blackie, S. 2016. If Women Rose Rooted: the Power of the
Celtic Woman. [Kadınlar Köklü Yükselirse: Keltik Kadının Gücü] London:
September Publishing.
Campbell, J. 1972. Myths to Live By. [Hayata Yön Veren
Efsaneler] New York: Viking.
.yersizseyler.wordpress.com.
Türkçesi: Işık Barış Fidaner
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder